Tuesday, April 21, 2009

It won't be long now... / Az kaldı...



No, Ι'm not thinking of pushing up daisies (or even Iris germanica) any time soon. But it has to do with why I've been hanging out in cemeteries a lot lately...

Thursday, April 16, 2009

O Ye of Little Faith! / Ey Kit İnanlılar!

It's Hosta "Sum and Substance, which I was sure I'd lost." It just appeared this morning! Oh, why did I doubt you?! My second Cardiocrinum giganteum (Giant Himalayan Lily) just broke surface 3 days ago as well. One day it wasn't, then it was. Yaay!


Kurudu deyip emin olduğum Hosta "Sum and Substance"tir! Bu sabah nihayet gördüm! Ah, niçin senden şüphelendim ki?! İkinci Cardiocrinum giganteum (Himalaya Dev Zambağı) da birkaç gün önce çıktı, bir gün yoktu, ertesi gün vardı. Yaşasın!

Snails / Salyangozlar

In Seattle, slugs vied neck and neck with cutworms as the most hated pests in my garden. We have slugs here, no cutworms as far as I've seen, but what we do have is snails. Five kinds. They're no more than crunchy slugs as far as I'm concerned. And slugs are just intestines with a mouth and a foot.

How many times have I watched things slowly come up, get ready to bloom, and walked out one morning to see them either mowed over or simply gone, victim of snails. This morning I went out and found this.

It's my newly-acquired Clematis integrifolia, which was putting forth lots of new growth. This is almost certainly the job of just one snail, it went partway up and had at, knocking the entire shoot down, wondered where its dinner went, then went to work on the neighboring shoot. Argh!

So many insecticides are really overkill for the average gardener; a little diligence and some soap spray can take care of a lot. But snails and slugs are really a difficult foe. I've watched slugs crawl happily over copper slug barriers, tried ashes, and you can pick all you want but all it takes is one to completely destroy a plant or an about-to-open bud. Another common bit of advice is to eliminate their hiding places. Hello? Snails like to hide on plants! Under plants! Around plants! They'll go into dormancy on tree trunks (where they are at least easy to smush) and even burrow into the soil if they can. So as much as I don't like to use chemicals in the garden, I'll make an exception for slug bait; at least some slug bait. I don't like the normal slug bait that's sold here - it's a pink, fermented-fruity-smelling sawdust-like material and I can see dogs just loving it, to their severe detriment. And unfortunately we don't have the harmless-to-wildlife brands that are available in the US. So I use one that consists of small blue granules, and I try to put it out of the sight of birds. It doesn't seem to have much odor, but the slugs still like it. It quickly invisible within a week or so if there's rain, but the snails still find it; even after you can't see the stuff any more you'll find a snail exuding the telltale dark yellow slime. I don't want to think about what it is, and if the Buddhists are right, I'll have a lot of intent to work off..

However we do have one control here that we didn't have in Seattle: Gypsies! Or by their more accepted name, Rom/Roman/Roma. My next door neighbor told me a few days ago that they Gypsies were back, collecting snails from the lower garden. It truly is a bonanza down there. Today as I was working, they came back - I had wondered who they sell them to, because as far as I know, nobody eats snails here. I warned them that the upper garden had slug bait and if anyone ate the snails from there it could be dangerous. The husband looked at me like I was nuts. "Eat this?" he said, holding up a snail, which was defiantly pumping out a blob of slimy foam. "Who would eat this?!" I tried to extoll the virtues of escargot in onion, olive oil and tomato sauce but succeeded only in disgusting him further, he started joking with his wife about how she could fry them up. Obviously collecting snails doesn't make for a very good living, and some groups of Roma here live literally right on the edge, so why not know about a decent food source? But culture is strong; snails are eaten in neighboring Greece and Bulgaria, not sure about Armenia or Georgia, and in several other Mediterranean countries both Muslim and non-Muslim. But! Not! Turkey!

They were from Adapazarı and collect snails in Istanbul. So why do they collect them, and why Istanbul? It turns out that snail slime has a rejuvenating effect on the skin, and there is a cosmetics company here that pays them one lira for each kilo of snails they collect. Actually this has been going on for quite a while evidently. "It's not a lot but it's clean money; stealing is ayıp (shameful)," said his wife. I have visions of women secretly irritating snails and smearing the slime on their faces each night! Actually, I remember hearing about s cure for patchy hair using a potion made of pulverized snails/slugs and other ingredients.

I asked if I could take their picture but the wife said "ooo, abooooo" (something like "oh, c'mon brooo...); they were shy about it. But just so nobody thinks I'm exaggerating when I talk about how many snails we have in our garden, I took a picture of their haul. Or more correctly, part of their haul; there were two more buckets of them! The pick is to pry them out of their hiding places between rocks and in the crevices of trees. As for the rubber glove - it seems the she was not impressed by their skin-softening qualities.

Unfortunately they only grab the ones that are large enough to be worth their efforts; there are easily four times that many that are pea and hazelnut sized now. As it was, it was a good day for them; my neighbor was opening up a vegetable garden but the dirt was in big clods, so he paid the husband to go through and break up the clods for an hour.


Seattle’daki bahçemde “en nefret ettiğim haşere” unvanı için sürekli yarışan iki böcek vardı: “cutworm” dediğimiz, gece çıkıp ne bulursa onu yiyen bir çıplak tırtıl, ve sümüklü böcekler. Burada cutworm daha görmedim, sümüklü böcek var da çok fazla değil. Nüfus kontrolünün kesinlikle ne olduğunu bilmeyen bir haşeremiz var: salyangozlar. Nedir salyangozlar zaten…çıtır sümüklü böcekleri. Ve sümüklü böcekler, birer ağızlı ve ayaklı bağırsaktan başka bir şey değil!
Kaç defa oldu...bitkilerin yavaş yavaş gelişmelerini, yeni körpe yapraklar ve tomurcuklarını sevinçle izliyorum…her halde bu sabah açılır diye bahçeme çıkınca güzel bir çiçek yerine ya mahvedilerek ya da tamamen yok olarak salyangoz kurbanı olduğunu anlıyorum.

Bu sabah güzel gelişen yeni aldığım Clematis integrifolia’nın yeni fideleri de salyangoza kahvaltılık olmuş, dört fideden sadece bir tanesi kaldı. Her halde böcek, biraz tırmandıktan sonra yemeye başlayıp fideyi ortada kesmiş. Kahvaltısının nereye kaybolduğunu merak ederek yanındakine de yönelmiş…

Birçok böcek ilacı, normal ev bahçelere gereksiz bence, biraz çalışkanlık ve biraz sabunlu su ile sorunlarımızı çözebiliriz. Fakat salyangoz gerçekten zor bir düşmandır. Birçok doğal kontrol/engelleme yöntemi var. Bakır şeridinden geçemiyormuş mesela. Fakat geçiyorlar, hem de çok rahatça. Ağaç külü de etkiliymiş. Sonuçta bir tek salyangoz çok zarar verebilir ve nedense favorileri, hep en değerli şeyler oluyor! Ondan dolayı bahçemde ilaçlardan kaçınmaya çalışmama rağmen salyangoz ilacını kullanıyorum. Türkiye’de en çok satılan salyangoz ilacını sevmiyorum ama. Neden mi? Çünkü güçlü meyve kokusuyla kolay kolay öldürebildiği köpekler ve bazı kuşlara çok cazip geliyor. ABD’de hayvanlara zararsız olan markalar burada bulunma, dolayısıyla bir uzlaşma yapıyorum, “Moltoks” diye bir marka kullanıyorum. Küçük mavi granüller adeta kokusuz. Yağmur yağarsa bir hafta içinde artık görünmez fakat hala etkili oluyor, haftalarca sonra durumlarını ele veren sapsarı sümük salgılayan salyangozlar (bunu 4 kez hızlı söylemeye deneyin!) görülüyor. Bitkilerin altına, kuru havada sığındıkları alanlarına serpmek yeter. Onu yiyen bir kuş görmedim fakat yine fazla açıkta olmasın. Bauhaus artık sadece reçete ile satıyor bu ilaçları, o reçeteyi nereden ve nasıl alacağımı öğrenmedim.

Bu mevsimde başka bir kontrol de var – bir iki haftada bir bahçemize gelip salyangozları toplayan Romanlar! Salyangoz açısından aşağıdaki bahçe tam bir hazine. Bugün yine geldiler, neden topladıkları, kimlere sattıklarını merak ediyordum. Dört yıl boyunca salyangozların çok gözde bir yemek olduğu Yunanistan’da yaşadığım için her halde Rumlar veya Fransızlara sattıklarını farz ederek “üst bahçedekileri toplamayın, ilaçladım, yiyen hasta olabilir” dediğimde adam bana tam delirdiğim gibi baktı. Elinde tuttuğu, sümüklü köpük salgılayarak direnen salyangoza bakarak “böyle bir şeyi kim yer ki?!” diye sordu. Ben ise salyangoz yahnisinin nefasetini övdüğümde, deli değil tam çatlakmışım gibi baktı, eşine gülerek “Hatçe, bunları eve götürüp kızartabilirsin!” diye şakalaştı. Roman dilini konuşan Adapazarı Romanlarıymış. “Peki neden topluyorsunuz, niye İstanbul’da, kim alıyor?” diye sordum. Meğer salyangoz sümüğü, cildi gençleştiriyormuş, burada bir firma topladıkları her kilo için bir lira veriyormuş. “Çok para değil fakat temiz para, çalmak ayıptır” dedi kadın. Gerçi bazı Romanlar öyle bir fakirlikte yaşıyorlar ki, yöntemini bilirsen çok da lezzetli olan salyangozları pişirmeye öğrenirlerse çok iyi ve ucuz bir besin kaynağı olur diye düşündüm, zaten İspanya, Fransa, İtalya, Yunanistan, Bulgaristan, doğu Akdeniz, Cezayir ve Fas’ta yeniyor salyangozlar. Fakat! Türkiye’de! Değil! Kültür, çok güçlü bir şeydir. Nasıl ben de işkembe çorbasına “işkence” çorbası dediğim gibi…

Şayet kimse bahçemizin salyangoz nüfusunu abarttığımı zannederse, yukarıdaki fotoğraf topladıkları salyangozların üçte biridir, 3 kova doldurdular. Kendilerini de çekmek istiyordum fakat iznini sorduğumda karısı çekinerek, “ooo, abooooo” dedi. Maalesef sadece zahmete değecek kadar büyüklerini topluyorlar, çok daha fazla bezelye ve fındık büyüklüğünde yavrular geri kaldı. Yine de onlar için (nispetten) kârlı bir gün olmuş, komşum da açtığı sebze bahçesinde bir iki saat çalıştırdı.

Saturday, April 11, 2009

White Comfrey in an Ottoman Graveyard


This is our local wild species of comfrey. I think it's Symphytum orientale, though I've also seen mention of a Symphytum graecum. Here at least, it seems to be less rampant a seeder than borage. Then again it's a perennial and borage is an annual so if every plant remains... It's in my garden anyway so I suppose I'll grow it. I like the pure white flowers.

Thursday, April 9, 2009

Spring Rush / İlkbahar Telaşı

The first hints of spring in late February and March and a source of guilt trips for me...I get out there and start working, then the weather goes rotten and I'm back in the house, thinking about the half-done work. Of course we can't be out there turning soil when the soil is mud, but there's always something to do. In the rain. So I say "to hell with it" and do something else.

This year I resolved to do a bit better, get my seeds started before it was too late, and be out there doing grunt work as soon as the soil dry enough! Today was definitely the day; I opened up a big new bed in the lower garden. It will be a combination of vegetables and flowers the first year; maybe mostly vegetables, but the flowers tend to have a way of encroaching.

The plan is to open a line of beds which will allow access to the main area from the center of the lower area via paths only. The area in the immediate right foreground is very close to where a pipe from the spring in the wall drains the constantly-flowing excess water, so that will be the place for plants that like a little extra moisture. It's amazing how fast the area can still dry up in the summer, even with constantly flowing water on one edge. A liner poked with holes could turn it into a bog garden but not this year.

On other fronts, I had three new plants brought from England. Not Epimediums (sigh) but two of my favorite Clematis and a Passiflora. The Clematis are C. Viticella "Betty Corning" and C. integrifolia. Betty Corning is a vigorous vine with abundant lavender, sweetly scented "pagoda" shaped flowers. I first saw it in the garden of the late Seattle gardener Steve Antonow, who also told me its interesting story. Betty Corning was the wife of the founder of the Cornıngware company, and an avid plant collector. One day she was walking through a steelworkers' neighborhood in Pittsburgh and growing on a house there she saw a clematis she'd never encountered before. When she asked the woman of the house about it, she said that she'd "received it from [her aunt?], rooted in a potato." (My own recollection of the story is shaky here.) At any rate, she asked if she could take a few starts; and as it was not the optimal season, only got one or two to strike. A couple of years later she returned at a better time of year, determined to get some more pieces of it, and found that the entire neighborhood had been razed for development. Hence all of the plant that we have is descended from the two cuttings she managed to root! It turns into a giant once it gets established and is great for running over an arbor where it will put on a long show every year.

Clematis integrifolia is a non-vining clematis. It only grows to a meter or so, and generally gets support from surrounding plants or shrubs. There are many forms of it in the original lavender blue, as well as pink and white forms, and it's fragrant as well. The pictures are from the company where they came from, Taylor's Clematis. They supplied well-grown, sturdy plants and were very helpful in bare-rooting them and packing them in a way my friend could bring them.

There is a saying about new clematis: The first year, they weep; the second year, they creep; the third year, they leap. It's not inaccurte but there are things you can do to make the adjustment easier and get more than a "creep," even in the first year. One thing that is very important when planting clematis, especially in a hotter climate, is keeping up with water. A trick I learned many years ago, and I don't remember where, is to bury a length of pipe alongside the newly-planted clematis, a few inches below the lowest extent of the roots of the new plant. Watering through the pipe, you get water down where it's most needed; and as newly developing roots tend to seeks out water, you encorage them to grow downwards and establish well. Generally they like their roots cool; in nature many of them grow among shrubs so their roots are shielded from the sun while they scramble over the tops. Some really don't care, but if you can plant them in a place where the roots are not in baking soil, you generally have a better chance.

Although there are many, many species of passiflora, only a few are reliably hardy. I can think of three; Passiflora caerulea, the familiar white-and-blue flowered thug we all know and love; P. incarnata or maypops which is deciduous, coming up from (ever expanding) roots each year, and Passiflora lutea, a diminutive species from the forests of the American South and not something most of us would grow. There are amazing colors in the genus but most of them are only marginally hardy if at all. The most common way to get more color into hardy passionflowers is by way of hybrids between some of the tropical species and the hardy P. caerulea. It doesn't always work but if you're lucky you get a plant with some of the color you want as well as the hardiness of P. caerulea. My neighbor has a beautiful though also thuggish cross with caerulea, possibly x "Lavender Lady" (pictured here); its flowers are deeper purple and larger, but its bloom season only lasts a couple weeks; it spend the rest of its time strangling the Clerodendrums. I settled for a different one, Passiflora caerulea x racemosa. P. racemosa is a narrow-petaled brilliant red, and its cross with P. caerulea is a deep rose pink with reflexed petals. We'll see how it does; I'm sure it will be a thug as well but if it gives me a good bloom season I'm willing to pull suckers!


Şubat ve Mart aylarında kendini göstermeye başlayan ilk ilkbahar belirtileri beni heyecanlandırmasına rağmen, suçluluk hislerine de neden oluyor. Evden çıkıp, kış boyunca hayal ettiğim projelere başlıyorum, sonra hava bozuyor…ve birkaç hafta daha yarım kalan işlerimi düşünerek evde kalıyorum. Toprak hala çamur halindeyken kazamıyorum tabii fakat her zaman yapılacak bir iş var. Yağmurda… “Boşver” deyip başka şeylerle uğraşıyorum.

Bu yıl ise, mevsim fazla ilerlemeden tohumlarımı ekeceğim, toprak yeterince kuruyunca çıkıp pis işleri de zamanında yapacağım diye kendi kendime biraz daha çalışkan olmaya söz verdim. Bugün de tam zamanıydı, bahçede yeni geniş bir ark açtım. İlk yılında hem çiçek hem de sebze ekeceğim fakat çok yıllık çiçekler zamanla istila ediyor ya…

Bir arkadaşın kuzeni Türkiye’ye geleceğinde ben tabi bir bitki getirtme fırsatı gördüm…bayıldığım Epimediumlar değil, ikisi Clematis, biri Passiflora (saat çiçeği) olmak üzere 3 yeni bitki getirdi. Clematisler, C. viticella “Betty Corning” ile C. integrifolia oluyor. Betty Corning, çok sayıda lavanta renkli, çan şeklinde mis kokulu çiçekler açan, gür bir sarmaşıştır. Bu bitkiyi ilk defa, bana ilginç efsanesini de anlatan rahmetli Seattle bahçıvanı Steve Antonow’nun muhteşem bahçesinde gördüm. Meşhur bir Amerikalı işadamının eşi olan Betty Corning, aynı zamanda çok meraklı bir bitki koleksiyoncusuydu. Bir gün Pittsburgh şehrinde demir işçilerinin oturduğu bir mahallede gezerken, bir evin bahçesinde önce hiç görmediği bir Clematis farketmiş. Bahçenin sahibine nereden aldığını sorunca kadın, “teyzem bana verdi, bir patateste çimlenmişti” diye cevap vermiş. Her neyse kadına “bu bitkiden birkaç çelik kesebilir miyim” diye sormuş. Mevsim çelik almak için hiç uygun olmamasına rağmen bir iki tanesi kök salmış. Birkaç yıl sonra daha uygun bir mevsimde yine Pittsburgh şehrinde bulunduğunda, birkaç çelik daha almak için o semte gidince, bütün mahallenin yıkıldığını görmüş. Dolayısıyla şimdi elimizde olan bütün Betty Corning bitkileri, kök salmasını sağlayabildiği o iki çelikten üremiştir! Ekildiği yerine alışınca tam bir canavara döndüğü için, bir çardağı tamamen kaplayıp her yıl muhteşem bir şov yapar.
Clematis integrifolia, cinsinin çoğu temsilcileri gibi sarmaşık gibi sarmayan bir clematistir. Sadece bir ile bir buçuk metre kadar yükselerek genelde etrafındaki bitki ve çalılardan destekleniyor. Orijinal mor-mavi renklisinin birçok değişik formu yanı sıra pembe ile beyaz cinsleri de var, ayrıca kokuludur. Bu fotoğraflar, satın aldığım şirket olan Taylors Clematis. Çok gür, iyi yetiştirilmiş bitkiler gönderdiler, hem de köklerinden toprağı yıkayıp arkadaşımın rahatça getirebildiği bir şekilde paketleyerek son derece yardımcı oldular.

İngilizcede yeni clematis bitkileriyle ilgili bir deyim var: “The first year they weep, the second year they creep, the third year they leap” (ilk yılda ağlıyorlar, ikinci yılda ağır ağır ilerliyor, üçüncü yılda sıçrıyor). Tam yanlış bir deyim değil, yine de alışmalarını kolaylaştırıp hatta birinci yılında bir “ağlama”dan daha iyi sonuçları elde etmek için yapabildiğimiz birkaç şey var.

Clematisi ekerken son derece önemli bir şey, susuz bırakılmamasıdır. Çok yıl önce öğrendiğim bir numara, yeni ekilen bir Clematisin yanına, köklerin uç noktasından 10 santim kadar daha derine bir boru da gömmektir. O borudan sulayarak suyun en gerekli yerine ulaştırıp, her zaman suya doğru uzanan köklerin de aşağıya doğru uzanmalarını sağlıyorsunuz. Genelde çalıların üzerinde yayılırken köklerinin serin olmalarını tercih ediyorlar. Bazıları bu konuda hiç seçici değil fakat köklerinin sıcak toprakta kavrulmayacağı bir yere ekerseniz clematisin yaşama şansını artırırsınız.

Passiflora cinsinin pek çok türlerinin sadece birkaçı soğuk iklimlerde yaşayabilir. Türkiye’de en tanınan türü, “saat çiçeği” veya “çarkıfelek” denen Passiflora caerulea’dır. Çok geniş bir renk yelpazesi sergileyen diğer türlerin büyük çoğunluğunun tropikal bitkiler olduğu için, onların renklerini soğukluğa dayanıklı bitkilere getirmenin tek yolu, dayanıklı olan P. coerulea ile melezleştirmektir. Her zaman başarılı olunmasa da biraz şanslı olursanız hem yeni renk hem soğukluğa dayanıklılık özelliklerine sahip olan bir bitki elde edebilirsiniz. Komşumun bahçesinde çok güzel ama aynı zamanda çok arsız bir caerulea melezi var. Yukarıdaki resimdeki çiçek (x “Lavender Lady” olabilir) daha koyu mora çalar. Tek olumsuz özelliği, çiçek açma süresinin sadece iki veya üç hafta sürmesidir, geri kalan ayları diğer çiçekleri boğarak geçiriyor… Ben bunun yerine caerulea x racemosa adında başka bir melezi seçtim. P. racemosa, dar kıpkırmızı yapraklı bir çiçektir, P. caerulea ile melezi ise koyu gül pembesi, yaprakları geriye doğru çevrilmiş çiçekler açar. Her halde P. caerulea kadar baskın olacak fakat eğer çiçeklenmesi uzun sürerse arsız fidelerini yolmaya hazırım!