Monday, December 5, 2011

Arkansas: Wild Persimmons / Yaban Hurması


The American South has lots of beautiful places and interesting plant life as well. Northern Arkansas might be on the edge of what's normally considered "The South" but there are plenty of things that place it firmly there. A conversation with an Ozark local will leave no doubt as to where you are culturally, and besides that, there are wild persimmons there.
Amerika'nın güney bölgesi, hem çok sayıda güzel yere, hem de ilginç bitki örtüsüne sahip. Kuzey Arkansas belki normalde "Güney" sayılan coğrafyasının kuzey ucunda bulunsa da, yerel biriyle biraz konuşursanız hem şivesi hem de kültürü, hangi bölgede bulunduğunuza dair herhangi bir şüphe kalmayacaktır. Ayrıca yaban 
 hurması var!

 Actually, we have wild persimmons in Turkey as well; our local species is Diospyros lotus, which naturally occurs in the Black Sea region and is known locally as the "Trabzon persimmon." The fruits are about the size of a very small grape. The flavor is similar to that of the large Japanese persimmon (D. kaki), but they are generally a little more watery, with lots of seeds, and seem to hold onto their astringency until the very last possible minute. I can'τ count the times I've had my mouth puckered even by fruits I was sure were ripe enough.

Aslinda yaban hurması Türkiye'de de var, fakat ayrı bir tür. Yerel türümüz, halk dilinde "Trabzon hurması" olarak bilinen Diospyros lotus'tur. Meyveleri küçük bir üzüm büyüklüğünde, tadı bildiğimiz büyük hurmannın (Japon hurması, D. kaki) tadına benziyor fakat daha sulu ve bol çekirdekli. Hem de mayhoşluğunu son ana kadar koruyormuş gibime geliyor...ne kadar beklersem bekleyim yine de ağzımı bürüştürüyor!

 

The American persimmon (D. virginiana) is somewhere in the middle with fruits about the size of a plum. That's variable though, as are their shape, texture and astringency. The fruits above are flat, and ripened to a rather grainy consistency, before which they were inedible. A small stand I found nearer my mother's home had much larger, rounder fruits that were fine as soon as they softened (L).

Amerika hurması (D. virginiana) erik büyüklüğündeki meyveleriyle ikisinin ortasında kalıyor. Büyüklüğü değişken aslında, hatta şekli, kıvamı ve kekremsiliği de öyle. Mesela yukarıdaki fotoğraftaki meyveler hafif basık şeklinde, yenebilmesi için hemen hemen şekerlenmiş bir kıvama gelmesi gerekiyordu. Annemin evinin daha yakınında bulduğum bir grup ağaçlar ise, yuumuşur yumuşamaz çok lezzetli olan, daha büyük, yuvarlak meyveler veriyordu (Solda).İkisinden de bol tohum topladım, denemek isteyen varsa paylaşırım!

But for me what sets the Amerıcan persimmon apart is its flavor. There is a fragrance and depth of flavor that I haven't found in any other species. Actually, the genus Diospyros is quite large but most of them live in the tropics. Some resemble the American persimmon, while others are more exotıc, like the famous black sapote (D. digyna) has smooth black pulp that is said to taste like chocolate pudding.

Fakat benim için Amerika hurmasını farklı kılan, tadıdır. Başka türlerde bulamadığım bir koku ve derinlik var. Diospyros cinsi aslında oldukça büyük bir cins olmasına rağmen mensuplarının çoğuna sadece tropikal bölgerde rastlanır. Bazılarının tatı bildiğimiz hurmalara yakınken, diğerleri daha egzotik sayılabilir. Mesela ünlü siyah sapote'nin (D. digyna) meyvelerinin içi simsiyah, tadı ise çikolatalı pudinge benziyormuş.

Arkansas

If you've followed this blog, you know Arkansas comes up from time to time. My mother moved there back in the late 1980s and has become a local wild plant expert. She also has become fascinated with frost flowers, about which I'll do a post soon.

Blogumu izliyorsanız zaman zaman Arkansas eylatinin gündeme geldiğini biliyorsunuz. Annem 1980'li yıllarda oraya taşındığından beri bir yerel yaban bitkileri uzmanı olmuş. Aynı zamanda daha sonra yazacağım buz çiçeklerine de ilgi sardı.

Mostly we think of chrysanthemums and turning leaves in the autumn, and there were plenty of those. It was a bit early for peak color, but the winged sumac was putting on a spectacular show this year.

Sonbahar denince en çok kasımpatı ve rengi dönen yapraklar aklımıza geliyor, onlardan bol vardı tabii. Sonbahar renklerinin doruk noktasına daha birkaç hafta vardı fakat yerli bir tür olan "kanatlı sumak" güzel bir gösteri yapıyordu.



Still there were some fall blossoms to be found as well, especially goldenrod,
Yine de birkaç sonbahar çiçekleri vardı, özellikle Amerika'daki alerji hastaların haksız olarak kahrettiği Solidago türleri,


and several species of asters.
hem de birçok Aster türü.


I especially love these pale purple ones, which I remember from my childhood.
Çocukluğundan hatırladığım bu hafif mor olanları çok seviyorum.


There were less showy ones as well, but that didn't deter a hungry wasp!
Daha az gösterişli olanlar da vardı fakat aç bir eşekarısı caydırılmadı!

Bahçehastası Gets a Macro! Bahçehastası, Macro Lensi Aldı!

I was back in the US for most of November, and because I don't do well with jet lag, I like to break it up. This means 5 days or so in New York (-7 hours from Istanbul), a visit to my mother in Arkansas (-1 hour) an then the final stint in Seattle (-2 more hours). Actually coming east is harder, so I should probably go to Seattle first, but for some reason the ticket comes out half again as expensive. It's all a racket...

I mentioned before that I'd finally gotten myself an SLR, and one thing I'd really wanted to do was macro photography. This requires the right lens, and a decent macro lens doesn't come cheap. So having a few days in New York, I hightailed it down to B&H Cameras' second-hand department, and lo and behold, a 100mm Canon macro had just come in that day at a good 30% off. Of course if you've ever been to B&H, you can probably guess that I spent almost as much on necessary accoutrements as I saved on the lens...

So of course the first thing I had to do was take it out for a spin. Now one might not think of New York streets as a paradise of botanic photography, but there were plenty of small gardens in Jackson Heights. I also didn't have a tripod with me, but luckily it was a bright morning and the air was very still. There was a log of white Ageratum around and I did shoot some photos of it, but none of them really did anything for me. However as I was focusing on plants, I noticed this cranefly on a leaf. It seems a lot of this sort of photography involves choosing what part of the subject will be in focus and what you're willing to compromise on for the best effect, because actual depth of field is quite narrow.


I also found that closer-up is not always better!  This Penstemon was beautiful, and close-up it's fascinating, but somehow it reminds me a little too much of this.


 Kasım ayının çoğunu ABD'de geçirdim. Beni genelde fazlasıyla etkileyen jetlag'ı kademe kademe aşmak için ilk önce New York'a, sonra Arkansas'ya ve en son Seattle'a gittim. Dönüşü? Sormayın.

Tabi ki New York'tayken fogoğrafçıların cenneti (veya cehennemi) olan B&Η Camera'ya uğramadan edemedim. Birkaç ay önce ilk SLR'imi almıştım, fakat yapmak istediğim macrophotografçılık için macro lensi lazım, hem de ucuz değil. Çok şükür iyi durumda olan bir ikinci el 100mm Canon lensi bulabildim, o gün gelmişti. B&Η'te sağladığım herhangi bir tasarrufu diğer "gerekliler" alarak iptal ettim tabii. Türkiye'de çok daha pahalı diye avutuyorum kendimi.

Neyse ertesi sabah çıkıp denemek lazımdı. Tripod yoktu fakat güneşli ve rüzgarsız bir sabah olduğu için il denemelerim tamamen başarısız olmadı. Botanik fotoğrafçılığı denince akla gelen ilk yer New York olmayabilir de, aslında mahallelerin sokaklarında çok sayıda küçük bahçe var, kısaca bol madde vardı. Hatta böcekler de boy gösterdi...